Gümüşün Parlayan Yüzü: Basketbol, Voleybol ve Boksta Türkiye’nin Gurur Tablosu!

Milli duyguların kabardığı bir haftayı geride bıraktık. Basketbolda Avrupa ikinciliği, voleybolda Dünya ikinciliği, boksta üst üste gelen gümüş madalyalar… Kimi zaman hüznü, kimi zaman gururu aynı anda yaşadık. Ama bir gerçek var: Türk sporu artık her branşta zirveye yürüyen bir seciyeye sahip.

A Milli Erkek Basketbol Takımımız, 2025 EuroBasket finalinde Almanya’ya 88-83 mağlup oldu ve turnuvayı ikinci sırada tamamladı. 2001’den bu yana ilk kez final oynayan millilerimiz, Alperen Şengün’ün tarihi performanslarıyla Avrupa’nın gündemine oturdu.

Kadın voleybolunda da tablo benzerdi. 2025 FIVB Dünya Şampiyonası’nda Japonya’ya finalde kaybettik; yine de sahadaki mücadelemiz ve dünya sıralamasındaki kalıcı yerimiz, voleybolumuzun artık bir ekol olduğunu kanıtladı.

Boksta ise iki ayrı gümüş sevinci yaşadık. Buse Naz Çakıroğlu, Kazak Türk’ü rakibi Alua Balkibekova’ya kaybetti ama bu mağlubiyet aslında bir “win-win” oldu. Çünkü kazanan da kaybeden de Türk’tü. Öte yandan Büşra Işıldar'ın İngiltere’deki şampiyonada 75 kiloda gümüş madalya elde etmesiyle tarihimize ve bu gurur tablosuna unutulmaz bir çentik daha atılmış oldu.

Basketbol, voleybol, boks… Hepsi farklı sahalar, farklı duygular… Ama sonuç aynı: Türk sporu artık finallerin gediklisi. Belki altın madalyaları şimdilik kaçırdık; fakat gümüşün ardındaki irade, bize daha parlak günlerin işaretini veriyor.

Bu üç branşta gelen ikincilikler, bir milletin ayağa kalkma ağrısını değil; gururla taşıdığı kimliğini göğüsleyişini temsil etti. Oynanan oyunlar, finaller bir yana, Türkiye’nin potansiyelinin sürdürülebilir olduğunu gösteren güçlü sinyaller taşıyor. Her madalya bir kapı, her final bize “bir adım daha ileri” dedirtiyor.

Hamza TAŞ’ın Notu: Kaybederek Kazananların Hikâyesi...

Bazen mağlubiyet, bir milletin kalbine işlenmiş en keskin zaferdir. Çünkü hüsranın bağrında sabrın ve yeniden doğuşun tohumu saklıdır. Bu topraklarda kaybetmek dahi bir şeref, ikincilik dahi bir umut niteliği taşır.

EuroBasket finalini izlerken şiddetli taşikardi final sayısına kadar bana eşlik eden şeylerden biriydi. Aynı şekilde voleybol ve boks maçlarında da sonuç odaklı olarak benzer heyecan ve mutluluğu yaşadık. Ancak bu heyecanı, övgüye dönüşmeden önce neyin eksik neyin yanlış olduğunu muhakeme etmek, bize daha kalıcı başarı kapılarını açar.

Spor yalnızca kazananı alkışlamak değildir; kaybedenin alnındaki teri, gözündeki yaşı da anlamak gerekir. Basketbolda ve voleybolda aldığımız kayda değer bu başarıları kutlamanın yanı sıra boks ringinde ise hem kazananın hem kaybedenin Türk olması hiç kuşkusuz hepimizin göğsünü kabartmıştır.

Ama bir gerçekle yüzleşmeliyiz. Bu topraklarda sporcularımıza turnuva öncesinde yüklediğimiz ağırlık, çoğu zaman onların omuzlarını çökertiyor. Bir ülke ya sanatıyla ya da medyasıyla yükselir. Biz medyamızla sporcumuzu yüceltirken aslında farkında olmadan güç zehirlenmesine uğratıyoruz. Onlardan mucize değil, insani bir mücadele beklemeliyiz.

Geçen hafta futbol sahasında İspanya karşısında yaşadığımız hayal kırıklığı da bunu öğretiyor bize: Ne eksik ne yanlış diye düşünmeden sadece zaferi beklemek, bizi hayal kırıklığına mahkûm ediyor. Oysa kaybetmek de bir öğretmendir. Gürcistan’a karşı panikle kazandığımız maç, İspanya karşısında ise ruhsuzca kaybettiğimiz gece, aslında birer ders niteliğindeydi.

Bugün basketbol, voleybol ve boksta gördüğümüz tablo da benzer bir ders fısıldıyor: Altın kadar değerli bir şey var elimizde, o da istikrarlı yürüyüşle finale çıkabilmek. Gümüşü küçümsemeyelim; çünkü her gümüş, altına yürüyen bir yolun taşlarını döşer.

Zafer, yalnızca kürsünün en tepesine çıkanın değil, ayağa kalkıp yeniden yürüyebilenindir.

Araştırmacı Gazeteci Yazar Hamza TAŞ