Türk futbolu bir kez daha Avrupa sahnesinde sınıfta kaldı. Temsilcilerimiz sahaya umutla çıktı, taraftarlar kalbinde zafer hayali taşıdı; fakat geriye kalan yine hüsran, yine sorgulamalar oldu. Hikayeler farklı olsa da hepsi aynı fotoğrafın farklı kareleri: Avrupa’da ayakta kalamayan, planı olmayan ve günü kurtarmaya mahkûm bir futbol anlayışı. Bir haftaya yayılan bu tablo, aslında yıllardır süregelen vahametin en güncel özeti niteliğinde.
Samsunspor yıllar sonra Avrupa’ya döndü. Taraftarıyla birlikte maziden yadigâr heyecanı yeniden taşıdı. İlk ayağı 2-1 kaybetmenin içindeki burukluk rövanş kısmında da sürece hazır olunmadığını bizlere gösterdi. Golsüz beraberlikle sonuçlanan rövanş ile birlikte yoluna Konferans Ligi’nde devam edecek olan Samsunspor’un cesaretiyle yarıştığı bir oyunu kaybetmesi hayal kırıcı oldu. Maç boyunca ortaya konan saf enerji, önümüzdeki adımı planlanan bir geleceğe dönüşmedi. Ortada bir “direniş” vardı ama bu direnişi sahada evriltecek bir sistem yoktu. Bu maç yalnızca bir skor değil, bir ders defteriydi: Avrupa’da bir anlık rehavet, bütün maçı götürür. Samsun’un cesareti takdir edilesi ama oyun disiplini henüz olgun değil. Cesaret, akılla birleşmediğinde kaderi değiştiremiyor. Bu sonuç, cesur olmakla hazırlıklı olmak arasındaki farkı canlı şekilde gözler önüne serdi. Anadolu ruhunu sahaya taşımak yeterli değil; aynı zamanda sahaya planlı, disiplinli bir oyun koymamız gerektiğini süreç bizlere bir kez daha gösterdi.
Fenerbahçe, Benfica’yla evde 0-0 berabere kalarak rövanşa umutlu gitmişti. Portekiz’de ise işler istediğimiz gibi gitmedi. Fenerbahçe 0-0’ın rövanşında kadrosuna katmayı planladığı milli futbolcu Kerem Aktürkoğlu’nun kaydettiği gol ile Estadio da Luz’dan 1-0 mağlup ayrılarak Şampiyonlar Ligi hasretini sürdürdü ve yoluna Avrupa Ligi’nde devam etmek durumunda kaldı. Ancak bu beraberliğin ve mağlubiyetin ardındaki tabloyu incelediğimizde puzzle hala tamamlanmamış görünüyordu. Öyle ki Mourinho’nun rövanş maçı öncesi ve sonrası “transfer gerekiyordu” temalı söylemleri, sahada yetersiz duran bir planı değil, güçlü bir kadro eksikliğine de dikkat çekmekteydi. Bu, gönül anlatısının geçerliliğini sorgulatıyor: Eğer sahada kendine güven duygusu sakil kalıyorsa, o zaman dengeyi ancak akılla, derin kadroyla kurarak alabiliriz. Kadıköy’de Benfica karşısında büyük bir fırsat vardı. Rakip 10 kişi kalmışken, Mourinho’nun Fenerbahçe’si sahada diş göstermeliydi. Ama olmadı. 0-0’lık skor her ne kadar rövanş için umut vaat etse de taraftarı hüzünlendirdi. Haberi kaleme alırken az evvel Fenerbahçe cephesinden yapılan açıklamada Mourinho ile yolların ayrıldığı açıklandı. Elbette pek çok değişken sorgulanmalı ve başta sorumlular olmak üzere şapka öne koyulmalı. Böyle bir durumda olanları tek bir kişiye/nedene bağlamak pek sağlıklı olmayacaktır. Mourinho’nun Fenerbahçe serüveninde her fırsatta yer verdiği gibi meselenin yalnızca transfer olmadığını, ruhun var olduğunu fakat bu ruhun sahada ete kemiğe bürünmesi için organizasyonun, uyumun ve oyun aklının sınıfta kaldığını söylemek lazım. Fenerbahçe yalnızca “isyan eden” bir takım olmamalı; rakibini boğan, oyunu yöneten bir makineye dönüşmeli. Avrupa’da duyguyla değil, planla tur geçilir.
Beşiktaş, Lausanne karşısında kendi evinde aldığı dramatik sonuçla Avrupa defterini kapattı. Toplamda 2-1’lik skor, siyah-beyazlıların yolunu kesti. Maç bitiminde gelen haber ise asıl sarsıcı olandı: Solskjær gönderildi. Bu karar, aslında Beşiktaş’ın son yıllardaki en büyük zaafını özetliyor: İstikrarsızlık. Solskjær’in futbol anlayışı kısa vadede heyecan getirdi ama uzun vadede oyun felsefesi kurulamadı. Yönetim yine hocayı feda ederek kolay yolu seçti. Halbuki asıl mesele kadro mühendisliği, oyun disiplini ve stratejik sabırdı. Avrupa’da başarı, “bugün olmadıysa yarın başka hoca gelsin” anlayışıyla gelmez. Beşiktaş yine günü kurtardı ama yarını heba etti. Solskjær ile yolların ayrılması, yalnızca sportif bir karar değil, aynı zamanda kulübün çözüm iradesinde giderek daralan tolerans penceresinin göstergesiydi. Bu karar, bir yandan acil hâli vurgulasa da duygusal bir refleks olarak algılandı. Bu refleksif karar, duygusal sahicilikle zihinsel akılcılığı birbirine çarpıştırdı. Avrupa’da başarı istiyorsak, istikrarı yalnızca sahada değil, yönetimde de kurmalıyız.
Başakşehir, Play-off ilk ayağında evinde Craiova’ya 2-1 mağlup olmuştu. Rüzgârından beslendiğimiz “Haydi Avrupa” havası, bir gecede bizleri Avrupa’da tasfiye havasına döndürdü. Yanlış pozisyon seçimi ve hazırlıksızlık, bireysel coşkudan öte takım kimyasında sıkıntı olduğunu işaret ediyor. Evinde Craiova’ya 2-1 mağlup olan Başakşehir, yalnızca skorla değil, aynı zamanda oyun içi kimlikle de sınandı. Teknik direktör Çağdaş Atan’ın “daha iyi oynamalıydık” açıklaması, zaten mağlubiyetin ardından gelen bir savunma refleksiydi. Asıl yanlış, tartışmayı saha içine değil, saha dışında kurmaktır. Avrupa’ya açılmak isteyen her takım, önce kendi evinde plan yapmalı; sonra onun gereğini yerine getirmelidir. Maçın ardından her unutulan iskele, Avrupa’da kopan bir bağlantıya sebep olabilir. Golden sonra kontrolü rakibe teslim etmek, sahada hikâyeyi dağıttı. Bir takımın amacı yalnızca oynamak değil, oyunu sahada yönetmektir. Mağlubiyet, ancak hazırlığın hengamesiyle telafi edilebilir. Craiova karşısında alınan 2-1’lik mağlubiyet, aslında oyuna dair çok şey söylüyordu. Başakşehir erken gol buldu ama golün ardından sanki görev tamamlanmış gibi davrandı. Oysa Avrupa sahnesinde asıl iş golden sonra başlar. Craiova oyunu eline aldı, kontrolü sağladı, fırsatları değerlendirdi. Başakşehir’in yıllardır Avrupa’daki problemi bu: oyun planının devamlılığı yok. Bir devre başka, ikinci devre başka. Rakip analizinde eksiklik, maç içinde adaptasyon zaafı. Avrupa sahnesinde bunlar affedilmez.
Hamza TAŞ’ın Notu: Hayal ile Hakikat Arasında…
Avrupa haritası maalesef bu hafta kırık. Ama bizim haritamız, “yeniden yazılabilir.” Bu hafta yenildik. Ama daha derin sızı, sahaya çıkarken hissettiğimiz yükün ağırlığı. İçeride bizim “ruh” diye avuttuğumuz ama Avrupa’da nefes almayan bir kadro modeliyle başarmak ne mümkün?
Samsun’un umut dolu yürekli direnişi yetmedi. Fenerbahçe’nin prestijli duruşu umut vericiydi ama oyun anlamında sınıfta kaldı. Beşiktaş’ta Solskjær ayrılığı, aceleyle verilmiş bir karar mı, yoksa “kendimize dönelim” çağrısı mıydı? Başakşehir ise bize “rovanş bizde” düşüncesiyle gidip duvara çarptı. Üzülsek de ayakta kalmalı, yenileceksek onurla yenilmeliyiz.
Futbol, yalnızca bir topun yuvarlaklığı değil; bir milletin kendi aynasında gördüğü cesaret ve planıdır. Bu hafta gördük ki: Samsun inancıyla geldi ama yetersiz futbol ile sahada kayboldu. Fenerbahçe, duruşu güzeldi ama icraat etmeyen ve sonucunda yolların ayrıldığı bir gönül nostaljisinde kaldı. Beşiktaş, bir soluğa rağmen devam edemedi. Solskjær’in görevden alınması ise sadece ayak sesiydi. Başakşehir, üstüne bina inşa etmeden karşı karşıya kaldığı duvarı geçemedi. Bu hayal kırıklığını ne taraftarlara, ne teknik direktörlere fatura edin. Suçluyu aramak, birilerini kurban olarak göstermek böylesi günlerde çok kolaydır. Doğru olan bu noktada kendi temsilimizi büyütmek; teknik altyapıyı, saha içi bilinci, duygusal yönetimi yeniden inşa etmektir.
Sporun bir ötesinde; bu bir milli meseledir. Futbol bizim için yalnızca bir top oyunu değil; hayallerimizi taşıyan bir gemidir. Olumsuz anlamda alınan her skor, eksikliği değil; yürekte yarım kalmış bir düşü temsil eder. Sahaya çıkan her forma, bir vatan seciyesi taşımalıdır. Samsun’un azimle, Fenerbahçe’nin inatla, Beşiktaş’ın gururla, Başakşehir’in umutla çıktığı bu yollar; Avrupa dediğimiz hedef için her biri bir milât değil miydi? Ama yol, sadece cesaretle değil; zihniyetle aşılır. Genel anlamda günü kurtaran adımlarla değil; sabit bir planla; aceleyle değil, kararlılıkla yürünmelidir. Bu hafta alınan sonuçlar özelinde başarısızlık değil; hazır olmayışımız kırıcıdır. Şayet biz yeniden ayağa kalkmak istiyorsak, bu yalnızca skor değil, ruh inşası ile mümkündür. Avrupa’da bir boy eksiğimiz varsa, o da kafana vurduğun anda eğilecek bir sistem değil; zarifçe duracak, ama ihtiyaç duyduğunda yol yürümeye hazır bir duruştur. İşte şimdi o duruşu inşa etme vakti. Zafer, yalnızca sahada değil; zihinde ve masada kurulur. Planı olmayanın kaderi, hezimeti beklemektir.
Araştırmacı Gazeteci Yazar Hamza TAŞ
GÜNDEM
5 saat önceGÜNDEM
5 saat önceGÜNDEM
14 saat önceGÜNDEM
14 saat önceGÜNDEM
15 saat önceGÜNDEM
2 gün önceDOĞA HABERLERİ
2 gün önce