Hamza TAŞ

Hamza TAŞ

10 Ekim 2025 Cuma

Windows 10’a Güle Güle Demenin Vakti Geldi…

Windows 10’a Güle Güle Demenin Vakti Geldi…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Microsoft, Windows 10 için sunduğu resmi güvenlik ve teknik desteğini 14 Ekim 2025 tarihinde sonlandıracağını açıkladı. Bu tarih geçtiğinde Windows 10 kullanıcıları artık düzenli güvenlik yamaları ve hata düzeltmeleri alamayacak; kurumsal müşteriler için sunulan Gelişmiş Güvenlik Güncellemeleri programı kısa dönemli bir çözüm sağlasa da maliyeti hızla artırıyor ve açıkçası kalıcı bir çözüm de değil. Bu gerçek, bilgisayarınızı ve verilerinizi korumanın artık bireysel bir tercih değil bir gereklilik olduğunu gösteriyor.

Dünya genelinde hâlâ yüz milyonlarca cihaz Windows 10 kullanıyor. Analistler, kurumsal cihazların önemli bir bölümünün Windows 11 donanım kriterlerini karşılamadığına dikkat çekiyor; kurumsal güvenliği ön plana çıkaran gereksinimler ve daha yeni işlemci şartları, birçok eski bilgisayarın doğrudan yükseltilmesine engel oluyor. Bu durumda kurumlar ya sistem maliyetini üstlenmek ya da donanımı yenileyerek geçiş yapmak zorunda kalacak. Özellikle gelişen pazarlarda ve kamu kurumlarında geçiş darboğazı belirgin rol oynayacak gibi gözüküyor.

Güvenlik cephesinde riskler somut. Destek sona erdiğinde keşfedilecek yeni açıklar için Microsoft yama yayımlamayacak; bu da fidye yazılımları, uzaktan ele geçirme ve veri hırsızlığı gibi saldırılara karşı savunmasızlığı artırıyor. Ayrıca yazılım üreticileri yeni sürümlerini güncel platformlara göre şekillendirecek. Zamanla eski sürümlere desteğin kesilmesi hiç kuşkusuz program ve sürücü uyumsuzlukları yaratacak. Özellikle banka, sağlık ve üretim gibi kritik altyapılarda bu durum operasyonel riskleri büyütebilir.

Geçiş seçenekleri pratik ama karar zaman aşımıyla beraber zorlaşıyor. Hızlı çözüm Windows 11’e yükseltmek; yeni işletim sistemi daha gelişmiş güvenlik katmanları, performans optimizasyonları ve modern donanım desteği getiriyor. Donanımınız Windows 11 gereksinimlerini karşılamıyorsa iki yol var: mevcut makineyi değiştirip yeni bir sistem almak veya destek maliyetlerini göze alıp geçici paketlerle koruma sağlamak. Diğer alternatifler arasında Linux dağıtımlarına geçiş veya güvenlik açısından izole edilmiş ağlarda eski makineleri sınırlı hizmet için kullanmak sayılabilir. Ancak uzun vadede güncel bir platforma geçmek en temiz çözüm olacaktır.

Elbette bunlarla beraber yükseltme sırasında dikkat edilmesi gereken hususlar da var: öncelikle tam yedek almak, donanım uyumluluğunu test etmek, üreticinin sürücülerini edinmek ve kurumsal ortamlarda uygulama uyumluluğunu önceden doğrulamak ön adımlar olmalı. Kişisel kullanıcılar için temiz kurulum çoğu zaman performans artışı getirse de kurumsal kullanıcılar için merkezi yönetimli geçiş planları, test ortamları ve kullanıcı eğitimi ile süreci yönetmek en doğrusu olacaktır. Zaman daralmadan yapılacak acil planlama, veri kaybı ve güvenlik açıkları riskinin önüne geçer.

Hamza TAŞ’ın Notu: Sürümlerin Evrimi…

Windows tarihinin her sürümü derslerle doluydu. Döneminin cevheri XP bize kullanım kolaylığını, Vista ağır ve hatalı doğuşuyla sabrı, 7 dünya çapında istikrarı, 8 deneyselliği öğretti. Her hata, her mavi ekran belleklerimize kazındı ama hepsi bugünümüzü biçimlendirdi. Şimdi ise Windows 10’un destek bitiyor.

Bu yalnızca bir güncelleme meselesi değil, teknolojiyle nasıl güvenli bir ilişki kurduğumuzun sınavı. Yazılım geliştikçe sorumluluk da büyüyor. Bilgisayarınızı korumak, yalnızca teknik bir zorunluluk değil; verinize, emeğinize ve zamana duyulan saygı anlamı taşıyor.

Şimdi Vista’nın eksikleriyle yoğrulmuş bu serüven, Windows 11 ile bir yönde olgunlaşmaya aday. Hatalar öğreticidir; bu yüzden her versiyonun gölgesinde bir ilerleme gizlidir. Bugün yükseltme zorunluluğu yalnızca teknolojik değil, cihazlarımızla, verilerimizle, zamanımızla barışık bir ilişki kurmak için kültürel bir sınavdır.

Desteğin sona ermesi yalnızca teknik bir kesinti değil; aynı zamanda bir hatırlatma niteliğinde. Cihazlarımızla kurduğumuz ilişki, verilerimizle kurduğumuz sorumlulukla ölçülür. Güncelleme yapmak, sadece yeni özellik almak değil; emeğinizi, anılarınızı ve işinizi güvence altına almaktır. Bu yüzden beklemek değil, planlamak akıllıcadır.

Araştırmacı Gazeteci Yazar Hamza TAŞ

Devamını Oku

OpenAI Tarafından Gelen Büyük Atılım: “Apps in ChatGPT” Neleri Değiştiriyor?

OpenAI Tarafından Gelen Büyük Atılım: “Apps in ChatGPT” Neleri Değiştiriyor?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

OpenAI’ın yeni açılımıyla artık üçüncü parti uygulamalar doğrudan ChatGPT içinde çalıştırılabilecek. Spotify benzeri servisler, metin önerileri, içerik üretimi ve görsel entegrasyonlar bu yapı içine dahil edilecek. Örneğin Spotify, ChatGPT içinde kullanıcıya özel çalma listeleri ve parçalar sunma ve içerik tanıtımı için kişiselleştirilmiş istemlerle entegre olacak.

OpenAI, DevDay 2025’te bu hamlesini “kod evi” yaklaşımıyla destekleyecek ve uygulama geliştiriciler için yerleşik araçları ve SDK’ları sunacak. Böylece kod geliştirme, arayüz entegrasyonu ve yapay zekâ platformu genişlemesi birlikte yürütülecek.

Bu modelin avantajı: kullanıcıların bir uygulama içinde yeniden açıp çıkmadan ihtiyaçlarını ChatGPT’ye iletmesi, arayüz geçişlerini azaltması ve deneyimi daha pürüzsüz hale getirmesi olacak. Spotify gibi servislerle entegre olması platform genişliğini artırırken, kullanıcı etkileşimi ve bağlılık açısından yeni fırsatlar sunacak olması da sürecin bir diğer artısı.

Ama dikkat! Uygulama içi izinler, veri gizliliği, daha derin sistem erişimi gibi riskler kendini gösteriyor. Eğer bir uygulama ChatGPT içinde çalışacaksa onun manipülasyon kapasitesi daha yüksektir. Bu, kullanıcıların dikkatli olması gerektiğini gösteriyor. Ayrıca platform bağımlılığı artabilir; bir servisin hatası, ChatGPT deneyimini bütünüyle sekteye uğratabilir.

Türkiye’de yerelleştirme kısmına gelecek olursak, Türkçe uygulama entegrasyonu, arayüzlerin kullanıcı alışkanlıklarına uygunluğu ve veri izinleri kritik nokta olacak. Spotify ya da e-ticaret uygulamaları ChatGPT entegrasyonuyla Türkiye pazarında büyük avantaj kazanabilir. Yerel düzenlemelerin ve KVKK gibi yapıların bu gelişmeleri nasıl yöneteceği izlenecek bir gelişme alanı olacak.

Hamza TAŞ’ın Notu: Sınır Aşan Basamak…

Yapay zekâ artık sadece cevap veren değil, karar alan, yönlendiren, hatta kendi iç dünyasını kuran bir olguya dönüşüyor. ChatGPT’nin uygulamaları bünyesine dâhil etmesi, bilgiyle insan arasındaki mesafeyi neredeyse sıfıra indirmiş durumda. Eskiden yazılıma erişirdik; şimdi yazılım bize erişiyor.

Bu dönüşüm, insanın en kadim arzularından biri olan kendi zekâsını çoğaltma tutkusunun modern bir yankısı. Ancak bu devrimin büyüklüğü, onun sessizliğinde gizli. Çünkü artık bir cümle değil, bir ekosistem kuruluyor. Yapay zekâ, sınırları aştıkça aslında bize ait olan bir şeyi sorgulatıyor: düşünmenin anlamını.

Gerçek zekâ, hesaplama gücünde değil; hatalardan öğrenebilme kabiliyetinde saklıdır. Eğer insan, bu süreçte kendi öğrenme yetisini unutursa, o zaman yapay olan değil biz eksiliriz.

Araştırmacı Gazeteci Yazar Hamza TAŞ

Devamını Oku

Test Sahasından Fabrika Vardiyasına Uzanan On Yılın Hikâyesi!

Test Sahasından Fabrika Vardiyasına Uzanan On Yılın Hikâyesi!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

On yıl önce insansı robotlar, yalnızca birkaç laboratuvarda yürüyen, düşen, yeniden kalkmaya çalışan deneklerdi. Bugünse aynı metal bedenler; atletizm pistlerinde koşuyor, fabrikalarda vardiyaya giriyor, evlerde çamaşır katlıyor. Bu dönüşümün arkasında, yalnızca mühendislik değil, düşünebilen yapay zekâ var. Görmeyi, dili, hareketi ve hatta hisleri aynı potada eritip anlamlandıran bu sistemler, artık robotlara yalnızca görev değil, sezgi de kazandırıyor.

Google’ın, DeepMind’ın ve ticari robotik firmaların son çalışmaları, bugünün robotlarının artık yalnızca belirli hareketleri tekrarlayan mekanik kollar olmadığını gösteriyor. Yeni nesil modeller çevreden aldığı görüntü ve sesi analiz edip buna göre plan yapabiliyor; örneğin Helix adlı vizyon-dil-hareket yaklaşımları, robotların daha önce hiç görmediği nesneleri alıp taşımasını sağlıyor. Bu tür ilerlemeler, robotların depolarda paket ayıklamadan fabrikalarda vardiya işlerine, ev işlerine kadar geniş görevleri üstlenebileceğine işaret ediyor.

Birkaç somut gelişme tablonun boyutunu gösteriyor: Unitree gibi Çinli firmalar insansı robotları makul fiyatlarla pazara sunuyor; R1 modeli 6.000 dolar civarı başlangıç fiyatıyla dikkat çekiyor. Bu tür fiyat düşüşleri, robotik erişimini genişletiyor ve ölçek ekonomileriyle hızlanacak bir döngü başlatıyor. Aynı zamanda ABD’deki şirketler Helix benzeri beyin ve görsel motorlar geliştirerek robotlara karmaşık manipülasyon yetileri kazandırıyor; bu alanda ABD tasarımı modellerin beyin yazılımlarında önde olduğu görülüyor.

Beijing’de düzenlenen ilk Dünya Humanoid Robot Oyunları, 16’dan fazla ülkeden takımların katıldığı, robotların futbol, atletizm ve dövüş sanatları gibi branşlarda mücadele ettiği bir gösteri olarak karşımıza çıkmış, gösterilerde bazı başarısızlıklar, düşmeler ve komik anlar da sürece damga vurmuştu. Fakat açılış törenindeki hip-hop performansları, akrobasi ve kung fu benzeri hareketler, robotik kinetiğin geldiği noktayı gözler önüne serdi. Bu etkinlik, teknolojiyi eğlence ve yarışma formatında sunarken aynı zamanda ülkelerin robotik kapasite yarışını da görünür kıldı.

Sosyoekonomik sonuçlar ise kaçınılmaz ve karmaşık. Otomasyonun iş kaybı riskleri artık kaçınılmaz bir gerçek. Depolama, lojistik, tekrarlı imalat işleri gibi alanlarda insan emeğinin yerini robotların alması durumu artık hayal değil.

Sonuç olarak insansı robotların yetenekleri ve fiyatları aynı anda yükselip düşerken, insanlığın tartışması değişiyor. Artık konuşmamız gereken yalnızca “yapay zekâ nerede kullanılmalı?” değil “insanların yaşamı, emeği ve anlam arayışı bu yeni ekosistemde nasıl yeniden organize edilecek?” olmalı.

Hamza TAŞ’ın Notu: Demirden Bir Geleceğe Doğru…

On yıl önce robotların bugün yaptığı hareketleri hayal etmek zordu; bugün ise o hayal, fabrikalarda, depolarda, sahalarda ete kemiğe bürünüyor. Bu hız bizi heyecanlandırıyor ama aynı zamanda bizi sorgulatmalı. Robot üretimi ile insan emeğinin yer değiştirmesi artık bir teknoloji meselesi olmaktan çıktı; sosyal adalet, hakikat ve gelecek tahayyülü meselesine dönüştü.

İyi niyetle kullanılınca robotlar insanın en tehlikeli işlerini bile devralır, yaratıcılığa ve insani ilişkilere daha fazla zaman açar. Kötü kurgulandığında ise anlam boşluğunu, işsizlik kıskacını ve eşitsizlikleri derinleştirir. Bizim görevimiz teknolojiyi kendimizden üstün koymamak, aksine onu insan onuru ve toplumsal refah için bir araç olarak üretmek ve kullanmak olmalı.

Teknoloji ne kadar akıllı olursa olsun, insanın meselesini çözemezse bir köleden farkı kalmaz. Yarın bir robot evin işini yapsa da sabah kahvesini beraber içecek bir dost, bir muhabbet ve anlam verecek olan yine insandır.

Araştırmacı Gazeteci Yazar Hamza TAŞ

Devamını Oku

Yapay Zekâ Doktor Olabilir Mi?

Yapay Zekâ Doktor Olabilir Mi?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Yapay zekâ destekli sohbet botları tıp alanına nüfuz ediyor. Doktorlar not yazımında, hasta iletişiminde ve hatta ön tanı süreçlerinde ChatGPT benzeri araçlardan yararlanıyor; bunun bir kısmı hekimlerin iş yükünü hafifletiyor ve tükenmişlikle mücadeleye yardımcı oluyor. Ancak aynı dönemde bağımsız araştırmalar, bazı yapay zekâ botlarının doğru tanı koymada hekimleri geride bıraktığını; buna karşın gereksiz test ve uygunsuz ilaç önerme eğilimleri taşıdığını da gösteriyor. Bu ikili tablo hem heyecan verici hem de dikkat gerektiriyor.

Hekimler yapay zekâyı çeşitli biçimlerde kullanıyor: hasta notlarını otomatikleştirmek, muayene öncesi bilgi toplamak, hasta sorularını önceden yanıtlayarak kliniğe hazırlık sağlamak ve rutin idari iş yükünü azaltmak. Bu kullanım, doktorların doğrudan hastaya ayırdığı zamanı artırabiliyor ve tükenmişlik hissini azaltmada etkili olabiliyor. Ayrıca bazı çalışmalar, yapay zekâ ve hekim iş birliğinin tek başına yapay zekâdan veya yalnız hekimden daha iyi sonuç verdiğini gösteriyor; yani en iyi performans genellikle insan-makine takımından geliyor.

Bununla birlikte yapay zekâ botları tanıda yüksek başarı gösterebilse de bazı çalışmalarda gerekli olmayan test ve ilaç önerme oranlarının yüksek çıktığı raporlandı. Bu durum hem maliyetleri artırıyor hem de hastayı gereksiz prosedürlere maruz bırakabiliyor. Ayrıca kullanıcıların yapay zekâyı tek başına tedavi kaynağı gibi görmeye başlaması, ciddi durumların gecikmesine yol açabilir. Uzmanlar, yapay zekânın bir ikinci görüş veya destek aracı olduğunu, tedavi kararlarının mutlaka bir hekim tarafından onaylanması gerektiğini vurguluyor.

Yapay zekâya yönelenler yalnızca hekimler değil. Halk arasında da ChatGPT gibi araçların sağlık tavsiyesi için kullanımı artıyor; bazı ülkelerde genç kullanıcılar psikolojik destek aramak için bu botları tercih ediyor. Bu eğilim, erişim sorunlarını hafifletebilir olsa da yapay zekânın kriz durumlarını tanımadaki sınırlılıkları, yanlış güven ve geciken profesyonel müdahale riskini beraberinde getiriyor. Uzmanlar, yapay zekâ destekli sağlık çözümlerinin düzenlenmesi, kalite kontrolü ve daha geniş erişim yollarının iyileştirilmesi gerektiğini söylüyor.

Uzmanlar ve klinisyenler, yapay zekâyı sağlıklı kullanmak için bazı temel ilkeler öneriyor: yapay zekâdan gelen bilgileri bir başlangıç noktası olarak görmek, şüpheli veya ciddi semptomlarda doğrudan hekime başvurmak, yapay zekâya kişisel sağlık verileri girerken gizlilik risklerini değerlendirmek ve buradan alınacak sonuçları kesin tedavi planı olarak kabul etmemek. Bazı uzmanlar ve sağlık kurumları, ChatGPT kullanırken soruları açık ve ayrıntılı yazmayı, tıbbi tarih ve semptomları doğru girmeyi ve yapay zekâ önerilerini doktorla teyit etmeyi şiddetle tavsiye ediyor.

Yapay zekâ sağlıkta hem umut hem tehlike taşıyor. Başka bir deyişle doğru kullanıldığında hekimlerin yükünü azaltabilir, hasta deneyimini iyileştirebilir ve bazı tanı süreçlerini hızlandırabilirken, yanlış veya aşırı güvenden doğan senaryolar ise gereksiz tetkik, uygunsuz tedavi ve gecikmiş profesyonel bakım riski meydana getirebilir. En sağlıklısı, yapay zekâyı insan uzmanlığının tamamlayıcısı kılmak; kararları hekimle ortak yürütmek ve bu araçları sıkı düzenleme, saha testi ve etik gözetimle kullanmak olacaktır.

Hamza TAŞ’ın Notu: Sağlıkta Akıl, Ruh ve Kod Üçgeni…

Yıllar önce böyle bir şey hayaldi. Doktor filmlerinde, bilimkurgu sahnelerinde “bilgisayar bize söylesin” derdik. Bugün o hayal herkesin cebinde: bir soru yazıp ikinci görüş almak, laboratuvar sonucu için ön okuma isteği göndermek mümkün. Bu erişim muazzam bir insanlık kazanımı; erişim adaleti sağlandığında milyonlarca hayat daha hızlı yardım alabilir.

Ama unutmayalım: bir makine ne kadar akıllı olursa olsun, insan dokunuşunu taklit edebilir ama yerine geçemez. Empati, beden dilini okuma, karmaşık etik kararlar ve hayatın kırılgan anlarında insan sesi vazgeçilmez. Yapay zekâyı bir alet olarak görürsek o bizi yüceltir; efendi yaparsak bizi soldurur.

Araştırmacı Gazeteci Yazar Hamza TAŞ

Devamını Oku

Akıllı Telefon Bağımlılığı “Brainrot” ile Düşüncemizi Nasıl Erozyona Sürüklüyor?

Akıllı Telefon Bağımlılığı “Brainrot” ile Düşüncemizi Nasıl Erozyona Sürüklüyor?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Akıllı telefon bağımlılığı artık sıradan bir kavramdan ziyade zihin yapısında iz bırakan bir epidemi haline geldi. Günlük ortalamada bir kişi, ekranına 3 saniyede bir bakıyor. Bu, yılda 2-4 yıl görsel dikkat süresi anlamına geliyor. Çeşitli araştırmalar, sürekli bildirim takibi, sosyal medya gezintisi ve içerik akışında kaybolmanın dikkat dağınıklığını kalıcı hâle getirdiğini gösteriyor.

Brainrot terimi, bireyin uzun odaklanma yetisini yitirmesi ve zihinsel süreçlerinin dış kaynaklara bağımlı hâle gelmesini tanımlıyor. Teknoloji işlevsel hale gelirken, içsel düşünce süreçleri içsel susturucuya dönüyor. Duygular bizden çok ekranlara danışılır hâle geliyor. Bu, yalnızca dikkat değil; algılama hızı, empati derinliği ve hafıza üzerinde de olumsuz etkiler doğuruyor.

Mobil cihazların sunduğu bildirim, beğeni, etkileşim gibi olgularla bezenmiş sürekli ödüllendirme döngüsü beynin dopamin devrelerini yeniden yapılandırıyor. Bir bildirim geldiğinde kısa süreli dikkat tazeleniyor; fakat bu döngü uzun vadede sürekli kesiğe uğratılmış düşünce zincirleri bırakıyor. Sürekli geçiş davranışı, beyin enerjisinin verimsiz kullanılmasına ve zihinsel yorgunluğa yol açıyor.

Ayrıca, sosyal medya akışları ve artık hayatımızın bir parçası olan kısa ve dikey video içerikleri, sonsuz aşağı kaydırma tasarımıyla bilinçli duraksamayı engelliyor. Kullanıcılar bir video daha diyerek kendilerini saatlerce sarmal içine hapsediyor. Bu süreç, üretkenliği baltalıyor ve gerçek dünyadaki eylemlere vakit bırakmıyor.

İstatistiksel olarak incelediğimizde bir kullanıcı, telefonundaki ekran zamanını günde ortalama 4-5 saate çıkarabiliyor. Ekran süresi analizleri, özellikle gençlerde dikkat eksikliği eğilimlerinin arttığını, IQ test puanlarının düşme eğiliminde olduğunu gösteriyor. Bazı klinik vakalarda ise kronik telefon kullanımı uyku bozuklukları, kaygı artışı ve hatta bilişsel gerilemeye kadar giden sonuçlarla ilişkilendiriliyor. Bu sayılar, teknolojinin durdurulamaz büyüsüne karşı bir alarm gibi çalıyor.

Teknolojiyi tamamen hayatımızdan çıkarmak ne mümkün ne de gerekli. Önemli olan, onu hayatımızın merkezine koymadan, bilinçli bir denge içinde kullanabilmek. Telefon kullanımına sınırlamalar getirmek, ekran süresini azaltmak ve dijital detoks uygulamaları bu dengenin ilk adımları olabilir. Asıl mesele, teknolojiyi bir araç olarak görüp onun hayatımızı kolaylaştırmasına izin vermek; ancak insani duygularımızı, ilişkilerimizi ve gerçek yaşantımızı gölgelememesini sağlamak. Çünkü teknoloji, doğru yerde ve doğru ölçüde kullanıldığında hayatımızı zenginleştirir; fakat onun esiri olduğumuzda en kıymetli hazinemiz olan zamanı bizden çalar.

Hamza TAŞ’ın Notu: Teknolojinin Tefrika Ettiği Ruh…

Bir zamanlar saatlerimizi sokak aralarında top oynayarak, mahalle çeşmesinde su doldururken bekleyerek ya da gün sonunda televizyonun karşısında sevdiğimiz diziyi/çizgi filmi/programı merakla beklerken geçirirdik. Beklemenin, özlemenin, sabretmenin kendine özgü bir lezzeti vardı. Zaman ağır aksak ilerler, her an kendi ağırlığını hissettirirdi. Şimdi ise, elimizdeki telefonlar zamanı hızlandırıyor gibi görünse de aslında sessizce çalıyor bizden.

Teknoloji, bize imkânlar sundu; uzakları yakın etti, bir tuşla koca kütüphaneleri cebimize sığdırdı. Fakat aynı teknoloji, insana düşünmeyi unutturdu. Brainrot dedikleri kavram, yalnızca zihni değil, ruhu da kemirir hale geldi. İnsan, sürekli akan içeriklerin arasında derinleşemiyor ne bir kitabın satırında ne de bir sohbetin kelimesinde uzun süre kalabiliyor.

Geçmişin dinginliğini, bugünün hızında arıyoruz. Belki de mesele, teknolojiyi şeytanlaştırmak değil; onu kendi hayatımızın efendisi değil, hizmetkârı kılabilmekte. Çünkü insana dair en hakiki şey, hiçbir ekrana sığmaz: bir tebessümün sıcaklığı, bir hatıranın yankısı ya da sevgilinin gözlerine baktığında içini kaplayan huzur…

Akıllara kazınması gereken bir gerçek var; teknoloji bize bir gelecek vadediyor ama o geleceğin içine duygularımızı, sevgimizi, insanlığımızı koyamazsak, elimizde yalnızca soğuk bir ekran ışığı kalır.

Gerçek hayat, parmaklarımızın kaydırdığı ekranda değil; göz göze geldiğimiz anlarda saklıdır.

Araştırmacı Gazeteci Yazar Hamza TAŞ

Devamını Oku