Ezgi ÇATALTEPE

Ezgi ÇATALTEPE

13 Nisan 2022 Çarşamba

”Bilgide Post Modernizm Ötesi” Ezgi Çataltepe yazdı.

”Bilgide Post Modernizm Ötesi” Ezgi Çataltepe yazdı.
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Bilgide Post Modernizm Ötesi

Bizden önceki kuşaklar için okumak yepyeni dünyaların kapılarını açmak için neredeyse tek yolmuş. Özellikle 1980’li yıllar ve öncesinde yani görsel haber araçları henüz bu kadar gelişmemişken ve internetin varlığı bile tam olarak bilinmiyorken yazılmış pek çok eserde görebilmek mümkün bunu. Ayrıca Türk edebiyatının büyükleri arasında girmiş tüm sanatçıların yalnızca kitap okuyarak varlıklarını tamamladıklarını da sık sık dinliyoruz, hayat hikâyelerinde.

Döneminde Don Kişot’la tanışmış genç bir zihin yel değirmenleri ve hayatı yaşama biçimi arasındaki bağlantıyı kolayca çözebilmiştir. Bilgiye erişimin dolambaçlı yollardan hatta kimi zaman imkânsıza yakın yöntemlerle gerçekleştirildiği bir dönemde yel değirmeni metaforunun Don Kişot’un kendi zihnindeki sınırları tasvir ettiğini anlamak çok da güç olmamıştır. Eserin yazıldığı dönemden ise hiç söz etmeyeceğim. Bu da aynı dönemlerde dünyayı değiştirmeyi bu kadar arzulayan nesillerin ortaya çıkmasını açıklayan bir durum bana kalırsa. Dolambaçlı bilgi aynı zamanda bilginin insan zihninde kolayca şekillendirilmesi ve yaratım gücünün ortaya çıkarılması insana kendi hayatı üzerinde de bir yaratım gücü veriyordu herhalde. İşte bu yüzden düzenleri o ya da bu yönde değiştirmek için hayatlarını ortaya koyan milyonlarca insan dolaştı dünyada 10 hatta 100 yıllarca. Çünkü onlar Don Kişot’un yel değirmenlerini istediklerinde görebileceklerini ve istediklerinde kolayca yenebileceklerini anlıyor ve bunda bir gerçek dışılık görmüyordu.

Kendi dönemime geldiğimde dolambaçlı bilginin neredeyse tamamen ortadan kalktığını, bilgiye erişimin pek çok şeyden daha kolay olduğunu görüyorum. Bu dünyanın en büyük, en kıymetli devrimlerinden biri ve büyümeye devam edecek. Aslında yeni nesil düzen, geçmiş nesillerin dünyayı baştan aşağı değiştirme arzusunun pratik olarak gerçekleşebileceğini gösterdi. Dünya bir anda tamamen değişti ve değişmeyi de sürdürüyor. Bir bakıma Güneş’i bile tutabiliyor insanlık artık. Yine de o Don Kişot’un yel değirmenlerini hayal ederek büyümüş nesil için bu devrim tatmin edici olmadı.

Tatmin edici olmadı diyorum çünkü onlardan birkaç nesil sonrasına dâhil olmama rağmen ben de dünyanın içinde bulunduğu bu devrimin içinde kendimi biraz boş hissediyorum. Artık bilgiye o kadar kolay bir şekilde ulaşıyoruz ki onu yorumlamamıza, sorgulamamıza gerek kalmıyor. Birkaç saniye ve birkaç hamle bize tüm Don Kişot’u anlatıyor. Yel değirmenlerini hayal etmeye gerek yok. Don Kişot’un kendiyle ve dünyadaki varoluşuyla savaşan bir kahraman olduğunu değil, “saçma” işlerle uğraşan bir akıl hastası olduğunu düşünüyor herkes. Daha doğrusu bu döneme yapışan salt ve acı realist düşünce, insanların bu sonuca ulaşacakları korkusunu hissettiriyor bana. Post-modern dönemin bireyci, uçarı ve depresif havası artık öfkeli, kolaycı ve kaba bir çığlığa dönüştü. Post-postmodernizm!

Devamını Oku

” Mahallelerin Öz Çocukları.” Ezgi ÇATALTEPE Yazdı.

” Mahallelerin Öz Çocukları.” Ezgi ÇATALTEPE Yazdı.
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Bugün çocukluğumun Konya’sında okul servisi sayesinde gördüğüm eski mahalleleri düşünürken buldum kendimi. Daha önce isimlerini hiç duymadığım mahalleler, evler, insanlar ve pek çok şey kirli bir camın arkasından, rüzgârlı bir hareketlilik içinde her gün gözümün önünden geçip gidiyordu. Benim yaşadığım hayat ile pencere arkasında akan hayat arasında fark olduğu belliydi. Servise binen diğer çocukların anlattığı hikâyeler de bu tespitimi doğrular nitelikteydi.

Bahsettiğim bir statü ya da sınıf farkı değil. Bahsettiğim her bir mahallenin kendine has çocuklar yetiştiriyor olması. Öyle ki akıp giden dünya içinde gördüğüm sokak aralarında oyun oynayan, bakkala gidip sakız alan çocuklar hep birbirine benziyor gibi geliyordu bana. Benzer konular konuşuyor, birbirlerinin şakalarını anlıyor ve onlara kahkahalarla gülebiliyorlardı. Hatta daha sonradan fark ettiğim üzere kendi aralarında gelişen dil ile pek çok zaman benimle de dalga geçmişlerdi.

Çocukluğum Konya’da değil de bambaşka bir coğrafyada geçseydi yine mahallelerin “diğer”leri, kendilerine has dilleri ve kendilerini ifade eden şakaları olacaktı kuşkusuz.

Konya’da ise hiçbir sınıfa hiçbir sosyal statüye sığdırılamayacak bir tamamen özgün bir kültür yaşanıyordu. Herhalde bu bir farktı.

Okul servisi beni kenarda kalmış, görece olarak tehlikeli bir caddeden saat yedi gibi alıyordu. Oradan daha çok binanın olduğu bölgenin ilk kalabalık sitesine gidiyor ve benim mahalleme hiç benzemeyen yapıları ve insanları görerek “diğer”lerini alıyorduk. Oradan da yine bambaşka bir mahalleden bambaşka insanlara ulaşmak için yolumuza devam ediyorduk.

Kocaman bir okul binasının yanından geçip geniş bir tarlaya yapılmış toprak bir yolda olduğumuz ve nedense dümdüz bir alanda birçok dönüş olacak şekilde dizayn edilmiş yolu anımsıyorum. Yolun sonunda genişçe, su yeşili, demir bir bahçe kapısının önünde duruyor tombul, sarışın, kırmızı yanaklı bir kıza ulaşıyorduk. Mavi önlüğünün göğüs kısmında her zaman ayran -ya da süt-  lekeleri olan sevimlice ama bir o kadar da gözü açık bir kızdı bu. Nedense onu okul servisinin gezdiği mahalleler için temsilci seçmiştim zihnimde.

Konya’nın mahallelerinde çok sayıda demir kapılı müstakil, bahçeli ev bulunuyordu o dönemde. Şimdi yerine büyük apartmanlar ve iş merkezleri inşa edildi. Artık bambaşka bir yer gibi görünüyor gözüme oralar.

Zaten neredeyse 15 yıldır hiç o mahalleler, o insanlar akıp gitmemiştir gözlerimin önünden. Yine de düşünmeden duramıyorum. Bana kalsa hangi kapıyı çalsam bizim minik sarışın kız açacak gibi.

Bugün doğduğum şehirle ilgili düşünürken neden bir anda aklıma o geldi bilinmez. Ama bir gerçek var ki o da mahallelerin tüm şehirlerde kendi çocuklarını yetiştirdikleri.

‘Biz de yeni mahallemize hoş geldik’ diyelim öyleyse!

Devamını Oku